Tohumların çatlayıp filizlerin çıkması ve ihtişamlı ağaçlar hâline gelmesi, kara topraktan sayılamayacak kadar çok renk ve türde bitki, meyve, sebze ve çiçeğin yetişmesi, üzerinde durup düşünülmesi gereken muhteşem bir hâdisedir. Bunlar üzerinde tefekkür eden bir akıl, sonunda her şeyi en güzel şekilde yaratan Allah Teâlâ’ya ulaşacak, O’nun azamet, kudret, merhamet, cemâl gibi güzel sıfatlarını temâşâya dalacaktır.
İşte müslümanlar, Cenâb-ı Hakk’ın eşsiz
sanatının tecellîsi olan bütün canlılara ve bitkilere, ilâhî bir emânet
gözüyle bakarlar. Onları lüzumsuz yere koparmaz, isrâf etmezler.
İslâm, hac için ihrâma girmiş olan veya
Mekke’nin harem bölgesinde bulunan mü’minlere, ağaç kesmek, ot koparmak,
avlanmak, hattâ avcıya avı göstermek gibi bâzı fiilleri yasaklamış ve
bu yasakları çiğneyenler hakkında muhtelif cezâlar tâyin etmiştir.
Böylece mü’minlerin, zamanla küçük günahları dahî işlememe, hiçbir bitki
ve canlıya zarar vermeme gibi tam mânâsıyla “zararsızlık” ifâde eden bir hâl ve kıvâma gelmelerini murâd etmiştir.
BİTKİLERE ZARAR VERMEK, ONLARA VURMAK YASAKLANMIŞTIR
Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve
sellem-, Mekke-i Mükerreme’nin yanında Medîne-i Münevvere ve Tâif
bölgelerini de harem ilan ederek oralarda ağaç kesmeyi, bitki örtüsünü
tahrip etmeyi, avlanmayı yasaklamış[1] ve şöyle buyurmuştur:
“Allah Rasûlü’nün korusu
içinde bulunan ağaçlara sopa ile vurulmaz ve onlar kesilmez. Fakat
zarûret hâlinde hayvanların yemesi için hafif ve yumuşak bir şekilde
rıfk ile sallanarak yaprakları silkelenebilir.” (Ebû Dâvûd, Hac, 95-96/2039)
Yine Hârise Oğulları kabilesinin otlak yeri için:
“Kim buradan bir ağaç keserse mutlaka onun yerine bir ağaç diksin!” buyurmuştur.[2]
Ebû Du’şum el-Cühenî’nin dedesi şöyle anlatır:
“Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve
sellem- hayvanlarına yedirmek için elindeki sopayla bir ağacın dallarına
vurarak yapraklarını dökmeye çalışan bir bedevîyi görmüşlerdi.
Yanındakilere:
«–O bedevîyi bana getirin, ancak yumuşak davranın, onu korkutmayın!» buyurdular. Bedevî yanına geldiğinde:
«–Ey bedevî! Yumuşak bir şekilde ve tatlılıkla sallayarak yaprakları dök, vurup kırarak değil!» buyurdular.
Bedevînin başı üzerindeki yaprakları hâlâ görür gibiyim.” (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, VI, 351)
AĞAÇ DİKMEK HAKKINDA HADİSLER
Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-
bir taraftan mevcut bitkileri muhâfaza ederken, diğer taraftan da
çevreyi yeşillendirmeye teşvik ediyorlardı. Bir defasında şöyle
buyurmuşlardı:
“Kıyâmet kopuyor olsa ve birinizin elinde bir fide bulunsa, kıyâmet kopmadan onu dikebilirse bunu hemen yapsın!” (Ahmed, III, 191, 183)
Peygamber Efendimiz’in şu hadîs-i şerîfleri de ağaç dikenler için ne güzel bir müjdedir:
“Bir müslüman herhangi bir
ağaç veya bitki dikerse, ondan yenilen şey kendisi için sadakadır, ondan
çalınan şey kendisi için sadakadır, yabânî hayvanların yediği şeyler
sadakadır, kuşların yedikleri sadakadır, bir kişinin ondan alıp
eksilttiği şey de kendisi için sadakadır.” (Müslim, Müsâkât, 7)
AĞAÇ DİKMENİN FAZİLETİ
Asbâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden Ebu’d-Derdâ -radıyâllahu anh- Şam’da ağaç dikmekteydi. Yanına birisi yaklaştı ve hayretle:
“–Sen, Peygamber Efendimiz’in yakın
arkadaşı olduğun hâlde, ağaç dikmekle mi meşgul oluyorsun?” dedi.
Ebu’d-Derdâ Hazretleri şu cevâbı verdi:
“–Dur bakalım, hakkımda böyle acele hüküm verme! Ben Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-’i şöyle buyururlarken işittim:
«Bir kimse ağaç diker de o
ağacın meyvesinden bir insan veya Allâh’ın mahlûkâtından herhangi bir
varlık yerse bu, o ağacı diken kimse için sadaka olur.»” (Ahmed, VI, 444. Bkz. Müslim, Müsâkât, 7)
HAZRET-İ EBU BEKİR: “AĞAÇLARI KESMEYİNİZ”
Müslümanlar büyük ordularıyla hareket
ederken bile bitkilere ve ağaçlara zarar vermemek için gayret sarf
ediyorlardı. Meselâ Halîfe Hazret-i Ebû Bekir -radıyâllahu anh-, sefere çıkmaya hazırlanan ordusuna şu emirleri vermişti:
“Hâinlik yapmayınız, ganimet malına
ihânet etmeyiniz, zulmetmeyiniz, müsle yapmayınız (kulak, burun gibi
âzâları keserek işkence etmeyiniz); çocukları, yaşlıları ve kadınları
öldürmeyiniz! Hurma ağaçlarını kökünden kesmeyiniz ve yakmayınız, meyveli ağaçları kesmeyiniz;
koyun, sığır ve develeri -yiyeceğiniz hâriç- kesmeyiniz! Manastırlara
kapanıp kendilerini ibadete vermiş kimselerle karşılaşacaksınız, onları
ibadetleriyle baş başa bırakınız…”[3]
KÂİNATTA VAR OLAN HER ŞEY ALLAH’I ZİKREDİYOR
Kâinâtta var olan her şey Cenâb-ı Hakk’ı
zikir hâlindedir. Bu hususta en gâfil davrananlar, insanlar ve
cinlerdir. Dolayısıyla bir müslüman etrâfındaki eşyâya bu şuurla
yaklaşır, müslüman talebeler ve çocuklar bu şuurla yetiştirilir:
KADI MAHMUD’U HÜDÂYÎ YAPAN MÜTHİŞ SIR
Bir gün, Osmanlı döneminin büyük üstadlarından Üftâde Hazretleri,
mürîdleri ile beraber bir kır sohbetine çıkmıştı. Arzusu üzerine bütün
dervişler, kırın en güzel yerlerini dolaşarak hocalarına birer demet
çiçek getirdiler. Ancak Kadı Mahmûd Efendi’nin elinde sapı kırılmış
solgun bir çiçek vardı sadece. Diğerlerinin neş’eyle elindekileri
hocalarına takdîminden sonra Kadı Mahmûd, boynunu bükerek bu kırık ve
solmuş çiçeği Üftâde Hazretleri’ne takdim etti.
Üftâde Hazretleri, diğer mürîdânın meraklı bakışları arasında sordu:
“–Evlâdım Mahmûd! Herkes demet demet çiçek getirdiği hâlde, sen niçin sapı kırık solgun bir çiçek getirdin?..”
Kadı Mahmûd, edeple başını önüne indirerek cevap verdi:
“–Efendim! Size ne takdim etsem, azdır!. Ancak hangi çiçeğe koparmak için elimi uzattıysam onu «Allah Allah»
diyerek Rabb’ini tesbîh eder bir hâlde buldum. Gönlüm onların bu
zikirlerine mânî olmaya râzı olmadı. Çâresiz ben de elimdeki şu
tesbîhine devam edemeyen çiçeği getirmek zorunda kaldım!..”
Bu güzel ve mânâ dolu cevaba son derece memnûn olan Üftâde Hazretleri’nin dilinden o anda:
“–Hüdâyî, Hüdâyî… Evlâdım! Bundan sonra ismin Hüdâyî[4] olsun!.. Ey Hüdâyî! Bu kır gezisinden yalnız sen nasiplenmişsin…” ifâdeleri döküldü.
Böylece Kadı Mahmûd, Hüdâyî oldu. Zira
o, artık kâinâttaki ilâhî sırlara ve kudret akışlarına âşinâ olmuştu.
Âdeta kâinât, kendisine sırlarını açan canlı bir kitap hâline gelmişti.
Hayatını bu minvâl üzere Allah Teâlâ’ya itaatle devam ettiren Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri,
cihâna yön veren pâdişahlara rehber olmuştur. Günümüzde de insanlar
akın akın Üsküdar’daki türbesini ziyâret ederek orada mânevî bir huzur
bulurlar.
Dipnotlar: [1]Ebû Dâvûd, Menâsık, 96; M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 500; a.mlf., el-Vesâik, Beyrut 1969, s. 236-238, 240. [2]Belazurî, Fütûhu’l-Büldân, s. 17; İbrahim Canan, İslam ve Çevre Sağlığı, İstanbul 1987, s. 59-60. [3]Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, IX, 85; Ali el-Müttakî, Kenz, no: 30268; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 196. [4]Hüdâyî kelimesi; hidâyete ermiş, doğru yolu bulmuş mânâlarına gelir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslâm, Erkam Yayınları
0 yorum:
Yorum Gönder