Bizden önceki ümmetlerin ellerindeki din
de bugünkü İslam gibi İslam olan bir dindi. Bugün Yahudilik olarak
bilinen din, kaldırılmadan önce hak bir dindi. Hristiyanlık da haktı.
Her iki dinin de hak kitabı vardı. Peygamberleri hak peygamberlerdi. O
dinlere iman edenler cennete gireceklerdi, girdiler de. İbadetleri doğru
ibadetler, zikirleri gerçek zikirlerdi. Mabetleri Allah’a ibadet edilen
yerlerdi. Kestikleri kurbanları onlara sevap kaynağı oluyordu.
Mağaralarda inzivaya çekilmeleri onlara dereceler kazandırıyordu.
Sabredenleri kazanıyor, cihat edenleri şehit/gazi oluyordu. Bizim din
olarak neyimiz varsa o veya bu şekilde benzeri onlarda da vardı.
Cennet-cehennem, mizan, sırat telakkimiz onlarla aynı idi.
ONLAR DA İSLAM’DI
Bugün o dinlerin mensupları ile hak
yolda olmak açısından aynı yolda değiliz. Onların tamamen yanlış ve
tamiri mümkün olmayan bir hata içinde olduklarına inanıyoruz. O kadar
ki, Yahudiler veya Hıristiyanların bugünkü varlıkları ile ‘biraz doğru’
olmaları bile mümkün değildir diye inanıyoruz. Ne dinleri ne de
ellerindeki Allah’tan indiğini iddia ettikleri kitapları ‘biraz olsun
bile’ hak olma kabiliyetinde değildir. Artık yok durumundadırlar.
Bu hakikati bu şekilde biliyor ve şartsız, tevilsiz olarak inanıyoruz. Onları hidayete muhtaç kimseler olarak görüyoruz. Neden? Aslının
hak olduğuna inandığımız ve bizimle ilk varlığında ortak paydalarının
neredeyse bütünü oluşturduğunu kabul ettiğimiz o dinlerin mensuplarını
neden böyle görüyoruz? Sözünü ettiğimiz dinler Musa aleyhisselamın
Yahudiliği ve İsa aleyhisselamın Hıristiyanlığı değil midir?
Elbette bunda bir tereddüt yoktur. İki büyük peygamberin iki hak dinini
zikrediyoruz. Hatta ‘onlar da İslam’dı’ dediğimiz dinleri konuşuyoruz.
BUGÜN MÜSLÜMANLARIN UNUTMAMASI GEREKENLER
Bugün Müslümanlar olarak asla
unutmamamız gereken bir hakikat onlarla aramızda iki kutbun insanları
olma sonucunu getirmiştir. O hakikat şudur: Hem Yahudiler hem
Hıristiyanlar, Allah’ın dinine insan aklını ve zevkini müdahale
ettirmişlerdir. Bir kısmı ibadet maskesi altına gizlenmiş şekilde bile
olsa zevklerine ve menfaatlerine uyarlanmış bir Yahudilik ve
Hıristiyanlık oluşturmuşlardır. Alenen ‘biz dinimizi terk ediyoruz’
demediler hiçbir zaman. Hatta böyle bir tavır gösterenle savaştılar. İyi bir Yahudi ve Hıristiyan olma iddiasında bulundular.
Görkemli kiliseler, mabetler yaptılar. Kalplerinde olmayan dindarlığı
taş yığınlarında var etmeye çalıştılar. Kendi akıbetleri yerine
birbirlerinin amelleri ile alakadar oldular. Gece yaşayamadıkları
dindarlıklarını gündüz mabetlerde yaşamayı yeğleyip bununla avundular.
Bu ümmetten önceki ümmetler,
kendi dinlerinden olmayanlarla cihat ettiler ama kendileri de dinlerini
zevklerine uyarlamakta sakınca bulmadılar. Sıkıştıklarını
gördüklerinde ellerindeki kitabın âyetlerini ya tevil ettiler ya da
silip imha ettiler. Hoşlandıklarını da din önderlerinin ağzından ‘olur’
almış ilkeler hâline getirdiler. Din adamı olarak başlarında bulunanlar
onlara çalıştı, onlar da din adamlarına çalıştı. Birbirlerini memnun
edip Allah’ın rızasını kazandıklarını hayal ettiler. Birbirlerine
verdikleri rüşveti adeta Allah’a verilmiş sadaka gibi tuttular. Bu
yaptıkları ile de mutlu oldular, cennet kazandıklarını vehmettiler. Kitleler din adamlarını rab edindi. Din adamları da onlara garantili cennet tapuları dağıttı. Alanın da verenin de razı olduğu bir pazar oluşturdular. Neticede de din ellerinden gitti, ebedî hüsrana uğradılar.
DİNE TESLİM OL, DİNİ KENDİNE TESLİM ETME!
Bütün bu vahim sonuç başlarken, Allah’ın
dinine bir tek hükümde bile olsa müdahale etmekte sakınca görmemekle
başladı. Dine teslim olmaları gerekirken dini kendilerine teslim etme
cüreti gösterdiler. Yaptılar, yaptıklarını beğendiler. Birbirlerini
alkışladılar. Gidişata ayak uydurmayanı da linç ettiler. Bir
hüküm, iki hüküm diyerek bireysel de olsa dinden tavizi, tavizin
başladığı yerde kalacağını zannederek basit ya da zararı sirayet etmez
zannettiler. Sonuç ise öyle olmadı. Bir hahamın ya da papazın küçük bir tebessümü, din üzerinden kahkahaya dönüştü. Kudüs’teki bir ‘küçük görülmüş bid’at’ İstanbul’da şirke dönüştü.
Biz ise bu iki dinin kaldırılış sürecini
Kur’an ve Sünnet’ten öğrenmiş ümmetiz. Allah’ın dinine müdahalenin, iyi
niyetlerle bile olsa akıbetini görmüş bulunuyoruz. Hiç şüphe yok
elbette, böyle bir süreç işlese dahi İslam için, kaldırılıp başka bir
din getirilme tehlikesi yoktur. Elhamdülillah, yoktur. İnsanlar müdahale
etti diye din kaldırılıp yenisi getirilmeyecek ama müdahaleciler
kaldırılacaktır. Dine şekil vermek isteyenler ancak kendi çevrelerine ve
onlara aldananlara etki edebilirler. Din köklerinden zarar görmez. Bu hakikat dinimiz açısından sevindiricidir. Fertler olarak ise bu sürece düşülmesinin bedelini ödemeye mecburuz.
PAROLA
Bilmemiz ve kollamamız gereken parolamız şudur:
İslam kendisine Müslüman arıyor. Tamirci ustasına ihtiyaç yoktur. Teslim olmuş insan Müslüman’dır. Çünkü İslam, teslim olmaktır. Müslüman da teslim olan insandır. İslam’a teslim olmayanları şeytan kendisine teslim alacaktır. Öncekilerin akıbeti böyle oldu.
Kaynak: Nureddin Yıldız, Altınoluk Dergisi, Temmuz 2015, 353. Sayı
0 yorum:
Yorum Gönder