23 Haziran 2017 Cuma

  |  YORUM YOK  |  

3-6 YAŞ ARASINDAKİ ÇOCUKLARDA DİNİ EĞİTİM



3-6 YAŞ ARASINDAKİ ÇOCUKLARDA DİNİ EĞİTİM


3, 4, 5 ve 6 yaşındaki çocuklara dini eğitimi nasıl vermeliyiz? Allah’ı anlatırken nelere dikkat etmeliyiz? Dini bilgileri verirken neler önemli? Çocuklarınızın dini hayatı için olmazsa olmazlar…
Tahrîm Sûresi 6. âyet-i kerimede Cenâb-ı Allah: “Ey îman edenler! Kendinizi ve âilenizi, yakıtı taş ve insanlar olan ateşten koruyun…” buyurmaktadır.
Gazzâlî der ki: “Bu âyette istenen şey, çocuğu terbiye etmek, ahlâkını güzelleştirmek, kötü arkadaşlarda korumak, dînin îcaplarını öğretmek, zevk için yemeye alıştırmamak, süs ve konforu sevdirmemek gibi faaliyetlerdir.”
Ne verilirse, iyi-kötü ayrımı yapmadan, düşünce süzgecinden geçirmeden öğrenilen, beş duyu ile duyulan, görülen, hissedilen her şeyi ekleme-çıkarma yapmadan olduğu gibi kaydeden, şuurumuzun/idrâkimizin neredeyse “kara kutusu” vasfında olan “şuuraltı”; çocuklarda doğdukları andan itibaren tamamen açıkken altı yaştan sonra kapanır. Artık “şuur” dönemine geçilir. Şuuraltı, karakter oluşumunda ve bütün hayatımız boyunca insanoğlunu esrarlı bir şekilde tesiri altında tutar.
Altı yaşa kadar çocukların karakterleri oluşur. Çocuklarımızın, şeksiz-şüphesiz inandıkları, pasif kabullerin baskın olduğu bu dönemde çok dikkatli olunması gerekir. Çocuklar açısından bu dönem iyi değerlendirildiğinde, hayatlarına olağanüstü güzellikler ekleme imkânı varken, aksi hâlde ileri yaşlarda kaygı bozuklukları, endişeler, içine kapanmalar, travmatik davranış bozuklukları vb. olumsuz pek çok psikolojik durum ortaya çıkmaktadır.
Bu dönemde dînî eğitim, çocuklara dozunda ve çocuğun hâdiseleri anlama ve anlamlandırma süreci olan bilişsel gelişimleri dikkate alınarak verilirse, ergenlik döneminde dînî vecibeler rahatlıkla yerine getirilecektir. Aksi olursa bir gayr-i müslimin dine girmesi kadar zor bir süreç başlayacaktır.
Bu dönemde çocuklar, dine meraklı olmakla birlikte yetişkinlerin dünyasında olan biteni yeterince anlayamazlar. Beş duyuları ile hissedebilirler, ama soyut düşünemezler. Bu dönem çocukları telkine açıktırlar.
Dört yaşında iken çocuklarının kulağına anne-babalar ne fısıldarsa fısıldasınlar, ebeveynlerinin telkini doğrultusunda onların öğrettiği dini yaşamaya çalışırlar.
3 YAŞINDAKİ ÇOCUKLARDA DİNİ EĞİTİM
Üç yaşın başlarındaki çocuklar, “serkeşlik devri” şeklinde tabir edilen bir dönem geçirir. Bu dönemde çocuklar dengesiz, olumsuz, kararsız ve isyankârdır. Büyüklerin sözlerini dinlemez, hatta tersini yapar; kısıtlandığı zaman ise öfkelenir, çevresinden yardım istemez, kendi başına işlerini yapmaya çalışırlar.
Bu dönem çocuklarına dînî içerikli bilgiler, ibadet kalıpları zorla öğretilmeye kalkılırsa saplantılar, rûhî bunalımlar, ileriki yıllarda inatçılık ve ibadetleri yapmamak için direnç geliştireceklerdir. Onları istemediği bir dînî faaliyeti gerçekleştirmeye zorlamamalıdır.
Üç yaşın sonlarında sâkinlik dönemi başlar. Çocuk daha dengeli ve ölçülü hareket etmeyi öğrenir. Bu yaşta çocuğun sinir sistemi hazır olmadığı için ona uzun duâlar ve sûreler ile bazı bilgileri zorla ezberletme gibi davranışlardan kaçınmak gerekir. Bu süreçte taklit döneminde olan çocuğun anne-babayla beraber namaz ibadetini yerine getirmesine müsaade edilmelidir. Ama ısrarla her seferinde ondan yapmasını isteyerek de nefret ettirmemelidir.

4-5 YAŞINDAKİ ÇOCUKLARA BOL BOL DİNİ HİKÂYELER OKUMALI

Dört yaş, çocuğun en çok araştırmacı olduğu dönemlerden birisidir. Her şeyi öğrenmek ister. Dinlediklerinin tesiri altında kalırlar. Dört ve beş yaşlarında çocuğa bol bol dînî hikâyeler okumalı, bununla kalmayarak onları hâfızasında tutmasını sağlamalı ve sorular sorarak zihnini çalıştırması öğretilmelidir. Böylece çocuğa verilmek istenen mesaj rahatlıkla verilir.
Beş yaş, çocukluk döneminin düğüm noktasıdır. Bu yaşı, “altın yaş” olarak vasıflandırabiliriz. Bu çağ, çocuğun birtakım ibadetlere, dînî tavır ve davranışlara âşinalık kazandırabilmesi için en önemli zaman dilimidir. İnanç esasları, temel anlamda bu çağda iyi ve doğru şekliyle kavratıp benimsetilebilir. Bu dönemde çocuk, mantıkî düşünmeyi öğrenmeye başlamıştır.
Beş-altı yaşlarından itibaren çocuğun sorduğu sorular, gelişi güzel sorulan sorular değil, dinlenmek ve cevaplarını öğrenmek içindir ki, bu da çocuğun kendisine verilenleri almaya hazır olduğu mânâsına gelmektedir. Bu sebeple özellikle beş-altı yaşlarında sorulan soruları ciddiye almalı, gerektiği gibi cevaplandırma gayreti içine girilmelidir. Küçük yaşlarda çocuğa dînî bilgiler onun seviyesine ve anlayışına uygun olarak verilmelidir. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“İnsanlarla akılları nispetinde konuşun.” buyurmaktadır.

cocuklar_neden_yalan_soyler

Altı-yedi yaşlarına kadar bütün pedagogların ittifak ettiği nokta, bu dönemin bilgi öğretme ve ezberletme zamanı olmadığı, sevdirme ve benimsetme zamanı olduğu gerçeğidir. Bu dönem, çocuklara îman esaslarından özellikle Allah inancı, Peygamber sevgisi, Kur’ân-ı Kerîm’in önemini öğretmek asıl amacımız olmamalıdır. Allah sevgisi, Peygamber sevgisi kazandırılırsa bu dönem için asıl aşama kat edilmiş demektir.
Henüz okula başlamadığı dönemde çocuğun din eğitimi konusunda öncelikle sorumluluk, anne-babaya aittir. Anne-baba, din eğitimini ileri yıllara bırakmamalı ve başkalarına havâle etmemelidir. Kur’ân-ı Kerim; çocuğun henüz zihnî gelişim aşamasında, davranışlarının olgunlaşması ve hayat felsefesinin oluşabilmesi için eğitime tâbî tutulması gerekliliğini ifade etmektedir. Allah Teâla, Hazret-i Lokman -aleyhisselâm-’ın dilinden:
“Yavrucuğum! Şüphesiz yapılan iş, bir hardal tanesi ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde yahut göklerde ya da yerin içinde bile olsa, Allah onu çıkarır getirir. Çünkü Allah en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdâr olandır.” (Lokman, 16) buyurmak sûretiyle çocukların gönüllerinde Allah tasavvurunun oluşturulmasını istemektedir.

ÇOCUKLARDA DİN EĞİTİMİNE ALLAH İNANCIYLA BAŞLAMALI

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, çocuklar konuşmaya başladıklarında Allâh’a îmanı, kelime-i tevhîdi öğrettiğini görüyoruz. Bütün inanç esasları, Allah inancıyla irtibatlı olarak verilmelidir. Küçük yaşlarda çocuğun din eğitimine Allah inancıyla başlamak gerekir. Sonra anlatılacak bütün dînî bilgiler, Allah inancı merkeze alınarak verilmelidir. Çocuk, ilk defa “Allah” demeyi öğrendikten sonra, Allâh’a duâ etmenin ve O’na yönelmenin tecrübesini yaşamalıdır. Peygamberimiz, Abdülmuttalip oğullarından bir çocuğa konuşmaya başladığında İsrâ Sûresi, 111. âyet-i kerîmeyi:
“-«Her türlü hamd O Allâh’a mahsustur ki, aslâ evlad edinmemiştir. Hâkimiyetinde hiçbir ortağı yoktur. Acze düşüp de bir desteğe muhtaç olmamıştır.» de ve tekbir getirerek O’nun büyüklüğünü îlân et” diye yedi defa okutarak tâlim ettirmiştir.
Başka bir defa da:
“-Çocuklarınıza ilk öğreteceğiniz kelime, «Lâ ilâhe illâllah» olsun!” buyurmuşlardır.
Bu da irâdî ve şuurlu olarak söyleyeceği ilk sözün, “Allah” olması gerektiği ölçüsü, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu yüce beyânlarında yer almaktadır.

ÇOCUKLAR ALLAH’I NASIL DÜŞÜNÜR? 

Dört-altı yaş döneminde çocuklar, özellikle kâinatın düzeni ve Allah hakkında çok soru sorar. Belçika’da katolik çocuklar arasında yapılan araştırma neticesinde, Allah inancının üç dönemi olduğu ortaya çıkmıştır:
Üç yaşa kadar çocuklar, Allâh’ı “insan” ya da “bir obje: eşya, varlık” gibi algılamaktadırlar.
Dört yaşa kadar Allâh’ın, “insanüstü bir varlık olduğunu” düşünürler. Allâh’ı âileden uzakta, gökyüzünde veya bulutların üzerinde yaşayan, onları her zaman koruyabilen özel bir insan olarak görürler.
İlâhî özellikleri olan Allah algısına ise, dört-altı yaş döneminde ulaşırlar.
Çocuklar insana benzettikleri Allah tasavvurları ile konuştukları zaman onları günaha girdiklerini söyleyip uyarmak çok gereksizdir. Bu bir geçiş sürecidir ve böyle kalmayacaktır.

cocuk_yetistirmek2

ÇOCUKLARIN ALLAH SEVGİSİ NASILDIR?

1993 yılında İstanbul, Üsküdar’da 44 çocuk ve anneleri ile yapılan bir araştırma, okul öncesinde bulunan çocukların kendilerini seven dost bir Allah’a inanmak istediklerini göstermektedir. Fromm, Allah sevgisini bir nevî “anne sevgisi”ne benzeterek şöyle der:
“Annenin sevgisi, şartlara bağlı değildir, koruyucudur, sarıp sarmalayıcıdır; şartlara bağlı olmadığı için denetlenemez ya da yeniden var edilemez. Bu sevginin varlığı, sevilen insana bir mutluluk duygusu verir; bulunmaması, insanda kaybolmuşluk ve koyu bir mutsuzluk duygusu oluşturur. Anne, çocuklarını iyi ve uslu oldukları için değil, çocukları olduğu için sever. Bu yüzden anne sevgisi, eşitlik üzerine kurulmuştur. Allâh’ın sevgisinde de bu güven duygusu vardır. «Zayıf güçsüz olsam da, günah işlesem de beni sevecektir. Başıma ne gelirse gelsin, beni kurtaracak, bağışlayacaktır. Benim Allâh’a sevgimle, Allâh’ın bana olan sevgisi birbirinden ayrılamaz.»”
Çocukta oluşturulmak istenen Allah tasavvuru; korkutma ve kınama, eleştirme merkezli değil, sevgi merkezli olmalıdır. Allâh’ı; bütün varlıkları yaratan, insanları, özellikle çocukları çok seven, koruyan, besleyen, ayılamayacak güzel nimetler veren, yapılan her iyiliğin karşılığını fazlasıyla veren, suçlarımızı hemen cezalandırmayıp farkına varıp vazgeçmemiz için bekleyen bir varlık olarak anlatmalıdır.
Çocukların en çok sevmeleri gereken Allah olmalı iken; söz geçiremediğimiz zamanlarda çocuklarımızı Allah ile, O’nun yakması, taş etmesi, sevmemesi ile korkutmak, bu şekilde olumsuz davranışları değiştireceğimizi zannetmek, çocuğa güvenmesi gerekli en önemli merciyi kaybetmesine sebep olmak demektir. Bu durum, çocuklarda kaygının artması ve psikolojik olumsuzlukların ortaya çıkmasına sebebiyet vermek demektir ki, çok ciddî bir vebaldir.

ÇOCUKLARA İSLAM’I ANLATIRKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR

Çocukluğumda elektrikler çok kesilirdi. Gaz lambası yakardık. Her yer karanlık olunca korkardık. Bir yaramazlık yapmaya görelim, babaannem:
“-Kabir buradan da karanlık; yılan var, çıyan var! Böyle bizi üzün bakalım, orada ne yapacaksınız?” derdi.
En büyük kâbusum bu idi. Ölüm meselesini yıllarca çok ürkütücü olarak bulmamın yegâne sebebinin şuur altımdaki kabir meselesi olduğunu bilirim.
Âhiret konusu çocukların iyi anlayabileceği bir konu olmadığı için bu konularda çok hassas olup, dikkatli bilgilendirme yapmamız gerekir. Cehennemi anlatmak, çocukların kaygılarını artırır ve aslında mükellef olmadıkları için bu bilgiye ihtiyaçları da yoktur. Cenneti çok abartılı anlatmak, çocuklarda “günaha girmeden cennete girme düşüncesi” ile ölmeyi istemelerine sebep olabilir. Çok sevdiğini kaybeden bir çocuğa:
“-O cennete gitti, orada seni bekliyor!” diye anlattığımız zaman ona kavuşmak için hemen ölmeyi isteyebilir.
O sebepledir ki, çocuklara verilen bilgilerin, onların dünyasında nelere sebep olduğunu düşünmek, anlamak ve bilmek gerekir.
“Günah” kavramı da çocuklara anlatılırken dikkat edilmesi gerekli kavramlardandır. Özellikle günah kavramı, çocuklar üzerinden anlatılmamalıdır. Yaramazlıkları hiçbir zaman günah olarak değerlendirilmemelidir.
Meleklere îman konusu anlatılırken meleklerin onları takip ettiklerini söylemek, ister iyilikten olsun ister kötülükten olsun çocukları tedirgin eder. Takip edilme duygusu, onlar için iyi bir anlam ifade etmez. Meleklerin sağ ve sol omuzlara oturup işledikleri sevapları ve günahları yazdıklarını söylerken de çok dikkatli olmak gerekir.

beyinin_cocuklarina_bakma2

Meslektaşım anlatmıştı: Çok sosyal, gülmeyi, eğlemeyi seven oğlu çok durgunlaşır. Konuşmamakta, yavaş yavaş ve sol omzunu eğerek yürümektedir. İkiz kardeşinde böyle bir durum yoktur. Konuşmak isterler, sonuç alamazlar. Psikologa gidilir. En son çare, memlekette çok sevdiği kuzenini getirtip bir süre onlarla kalmasını sağlamaktır. Çocukta durum yine değişmez. Bu kez anne cidden sinirlenir ve:
“-Neler oluyor sana, kuzenini çok severdin. O geldi seninle oynamak için bekliyor, sen ilgilenmiyorsun bile… Kalkıp hareket etsene!..” deyince dört yaşındaki oğlu:
“-Hayır, hareket edemem. Ya çok hareket eder de yaramazlık yaparsam bu kez solumdaki melek yaramazlıklarımı yazarsa!.. Baksana, ben çok koştuğum, yaramazlık yaptığım zamanlarda sol omzumdaki melek bunları yazarmış. Benim çok yaramazlıklarım olduğu için bir torba dolusu yaramazlığımdan kolumu kaldıramıyorum.” der.
Durum anlaşılır; dînî içerikli Kur’ân kursu ya da sıbyan mektebi öğreticileri, çocuğun bilgi ve anlayış düzeyine dikkat etmeden, hiç de gerekli olmayan bir bilgiyi vererek çocuğu bu hâle getirmişler. Kız kardeşin aynı tesiri hissetmemiş olması, çocuklarda etkilenme ve duygu durumlarının aynı olmadığını göstermektedir. Her çocuk, apayrı bir dünyadır.
Sadece namaz kılıyor, oruç tutuyor diye, birisi hakkında “iyi insan” tanımı yapmak, çocuk tarafından kazanılan bütün insânî ve toplumsal değerler açısından bir karmaşa yaratabilir. Meselâ çocuğa, “Bütün namaz kılanlar çok iyidir!” demek, görünürde iyi bir telkin gibi gözükse de bir başka yönden bakıldığında, “namaz kıldığı halde çocuklara zarar verebilecek kişilerin tehlikelerine çocuğu açık tutmak” demektir.
Sözler o kadar çok önemlidir ki; çocuk, işittiği her şeyi istisnâsız doğru kabul ettiği için, düşünüp de ondan bir sonuca ulaşamayacağından kötü niyetli, fırsatçı kişiler için meydanın boş bırakılması mânâsına gelir.
Çocuklara dînî bilgiler verilirken mutlaka onlarla oynanmalı, eğlenilmeli, dinlenmek için bir müddet oturmaya davet edip ne anlatılacaksa kısa, öz ve net olarak, anlayışı kadar anlatılmalıdır. Birlikte eğlendikten sonra bu kısa süreli bilgi verme, bilgiyi hazmetmelerini sağlar. “Çocuklarla çocuklaşmak” bu hususta çok önemlidir.

4-6 YAŞ DÖNEMİNDEKİ ÇOCUKLARA TAKLİTLE İBADETLERİ ÖĞRETEBİLİRSİNİZ

Dört-altı yaş döneminde çocuklar, anne ve babalarını taklit ederler. Onların yanında namaz kılmak, duâ etmek, görmelerini sağlamak çok önemlidir. Onlar inceler, takip ederler. İbadet hayatları için önemli olan, yetişkinlerin yaptıkları ibadetleri görmeleri ve duygusal atmosferi hissetmeleridir. Namazın şartlarını, rükûnlerini anlatmak; onları yorar ve namaz kılmaktan vazgeçirebilir. Abdesti göstererek, namazı göstererek öğretmelidir. Birlikte namaz kılmak teşvik edilmeli, ama zorlanmamalıdır. İbadetin onlara kattığı güzelliklerden bahsedilmeli; kurallar, kaideler üzerinde durulmamalıdır.
Avrupa ülkelerinde çocukları kiliseye alıştırmak için ilginç bir metot uygulanmaktadır. Hafta içinde baba, çocuğun en sevdiği oyuncağı alıp kilisede papaza verir. Pazar günü âile kiliseye gidince papaz çocuğa:
“-Evladım, sen bu oyuncağı çok seviyormuşsun. Al, bu çok sevdiğin oyuncak senin!” diyerek çocuğun kiliseye ısınması, bağlanması sağlanırmış.

cocukta_manevi_terbiye2

PEYGAMBERİMİZ’İN (S.A.V.) NASİHATİ
On üç yaşına kadar Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında kalan Abdullah ibni Abbas’la Allah Rasûlü’nün şu sohbeti ne kadar dikkat çekicidir:
Bir gün Peygamberimiz devesine binmiş, beni de terkisine almıştı. Bana şöyle buyurdu:
“-Delikanlı! Sana bazı şeyler öğreteceğim. Allâh’ı gözet ki, Allah da seni gözetsin. Allâh’ı gözet ki, Allâh’ı daima yanında bulasın. Bir şey istediğinde Allah’tan iste. Yardıma muhtaç olduğunda Allah’tan yardım dile. Şunu bil ki, bütün insanlar sana fayda vermek için toplansa, Allâh’ın takdiri dışında sana fayda veremezler. Ve yine bütün insanlar sana zarar vermek için toplansa, Allâh’ın takdiri dışında sana hiçbir şeyde zarar veremezler. Bu konuda kalemler kaldırılmış, yazılar kurumuştur.”


ÇOCUKLARA İBADETİ BİREBİR KENDİNİZ UYGULAYARAK ÖĞRETİN

Peygamber Efendimiz, çocukların mescitlere, beş vakit namaza, Cuma ve bayram namazlarına götürülmelerini ister. Özellikle aşûre günü, çoluk-çocuk bütün ev halkının oruç tutmasının teşvik edilmesinin istemesi, çocuklarda ibadet birlikteliği ve coşkusunun gelişmesini sağlamak içindir.
Âhiret anlayışı, çocuk bu konu ile ilgili soru sormadıkça verilmemelidir.
Dinimize göre eğitim, ne sadece okul duvarları arasına, ne sadece eve, ne de belli bir yaştan sonrasına hasredilen bir şeydir. Daha çok “hayat boyu ve her yerde” özelliğine sahiptir.
“El kadar çocuk, ne anlar?!” anlayışı çok yanlış bir bakış açısıdır. Çocukluk döneminde yerinde ve dozunda dînî eğitim, çocukların vicdânî gelişimlerine olumlu yönde tesir eder. Böylece çocuk, iç kontrol mekanizmasını çalıştırmayı öğrenir.
Bu süreçte sevgili Peygamberimizin -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in:
“Kimin bir çocuğu varsa onunla çocuklaşsın.” (Deylemî, III, 513)  buyruğu, bugün ulaşılmış bulunan şu psikolojik gerçeği işaret etmektedir: Çocuklarla bir süre oyun oynadıktan sonra kısa bir süre oturtulup onun neyi öğrenmesi isteniyorsa anlayacağı cümlelerle söylenirse, çocuğun öğrenmesi daha kolay ve kalıcı olur.
Cenâb-ı Hak ile irtibatı kesmemek, devamlı sûrette yavrularımız için duâ etmek ve şu âyet-i kerîmeleri dilden hiç düşürmemek:
“Ey Rabbimiz! Bizi Sana boyun eğenlerden kıl. Neslimizden de Sana itaat eden bir ümmet çıkar. Bize ibâdet usûllerimizi göster, tevbemizi kabul et. Zirâ tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak Sen’sin.” (el-Bakara, 128)
(O sâlih kullar): «Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!» derler.” (el-Furkan, 74)
Unutmayalım ki, bu ve benzeri ifadelerle evlatlarına duâ etmek, çocuğun eğitiminde anne-babanın yapabileceği en büyük destektir.
Kaynak: Fatma Hale Sağım, Şebnem Dergisi, 135. Sayı, Mayıs 2016

31 Ağustos 2015 Pazartesi

  |  YORUM YOK  |  

SARAYLARDA YEMEK NEDEN ÇİNİLİ TABAKLA YENİR?


İstanbul’da bulunan Saraylara gezdiğinizde sanırım hepinizin gözüne çarpan bir detay vardır. Mutfak bölümüne baktığınızda bol miktarda “Çinili tabak” ve “çinili yemek takımları” gözünüze çarpar. Sizce bunun sebebi nedir? Yine hiç merak ettiniz mi Osmanlı’da çatal bıçak takımı İlk defa ne zaman kullanılmış? İşte bu iki sorunun cevabı…
serigraf_baski_degil_el_emegi_h8069 

SAKIN OLA ELLE YEMEK YENMEYE!
Padişah Sultan 2.Mahmud’un emriyle artık Topkapı Sarayı’nda yemekler çatal-kaşıkla yenmeye başlamıştır.

Yani tam bir Frenk usulu ile yemek masası artık bundan sonra donatılacağını öğrendik. O zamana kadar çorba ve hoşaf kaşıkla, şerbet bardakla, diğer yemekler ise sağ elin iki parmağı kullanılarak yenildiği için Sultan Mahmud Han’ın bu emri saray mutfağını hem şaşırtmış hem de bu kadar çatal-kaşık nereden bulunacaktı onun telaşına düşmüşlerdi.  Peki, Padişah acaba neden çatal-bıçak kullanımını mecbur tutmuştu? Bunu da araştırdık ve meğer Padişah’a bu fikri veren bakın kimmiş? Padişah’a altın ve murassa (değerli taşlarla bezenmiş) çatal takımını Hüsrev Paşa takdim etmiş ve o devrin yüksek bürokratları da çatal bıçak takımını ilk kez 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda İstanbul’a gelip bir balo veren İngiliz Blonde gemisinde görüp kullanmaya başlamışlar.

images (1) 

İLK DEFA AVUSTURYA’YA AHÇI GÖNDERİYORUZ

Padişah Sultan 2.Mahmud çatal-bıçak kullanımından sonra Saray’da sadece Osmanlı Mutfağı değil Avrupa mutfağına göre de yemek pişirilmesi için saray mutfağında çalışan Hüseyin Ağa’yı Avusturya’ya göndererek Frenk usulü yemek pişirilmesini öğrenmesini istedi. Zengin yemek çeşitleri öğrenerek İstanbul’a dönen Hüseyin Ağa’nın yaptığı yemekler bir müddet sonra sadece Saray’da değil İstanbul Paşa konaklarında ve zengin köşklerinde de artık davetlerde yapılır oldu. Öyle ki herkes yeni yemek çeşidini göstermek için neredeyse o dönemin İstanbul’unda sık sık yemek ziyafetleri verilir oldu.


indir

NEDEN ÇİNİLİ TABAKDA YEMEK YENDİĞİNİN SIRRI ÇÖZÜLDÜ
Serçini de denilen başaşçı 12 usta aşçı ile birlikte padişahın yemeğini hazırlardı. Serçini aynı zamanda padişahın sofrasında ve elçi kabullerinde Divan’da kullanılan porselen yemek takımlarından da sorumluydu. Osmanlı Saray Mutfağında çok sık kullanılan Çinili tabak-porselenlerin kullanılmasının sırrı aslında basitti:

Yemek tabaklarının Çinili’den olması zaruridir. Zira Çin tabaklar ZEHRİ gösterir ve yemeğin zehirli olup olmadığını anlarsınız… Saray mutfağında bu çok önemlidir. Hakiki Çin toprağından yapılan gerçek Çin’i tabaklar eğer zehir varsa yemekte tabak üzerinde hemen lekeler oluşur ve kendini belirtir. Çin’i tabağı bu kadar hassastır…


Kaynak: sarrafoglu.com

25 Temmuz 2015 Cumartesi

, ,   |  YORUM YOK  |  

YETİŞKİNLERE TAVSİYE FİLMLER


Yetişkinlere Yönelik Filmler

Aşağıda yer alan liste, daha ziyade yetişkinler için izlenebilir nitelikte gördüğüm, dinî hassasiyeti gözeterek hazırladığım filmlerdir. Davetçi ve eğitimcilerin faydasına olacağını ümid ederek sizlerle paylaşıyorum...




Sır, "The Tall Man", 2012: ABD-Kanada Yapım, Gerilim-Dram filmi.
Akıl Oyunları, "A Beatiful Mind", 2011: ABD Yapım, Gerçek Öykü-Psikoloji-Dram filmi.
Yasak Bölge 9, "District 9", 2009: ABD-Güney Afrika-Yeni Zelanda-Kanada Yapım, Bilim Kurgu-Dram filmi.
Aşk Ayetleri, "Ayat Ayat Cinta", 2008: Endonezya Yapım, Romantik-Dram filmi.
23 Numara, "The Number 23", 2007: ABD-Arjantin Yapım, Dram-Psikoloji-Gerilim filmi.
Merhaba Dünyalı, "Martian Child", 2007: ABD Yapım, Aile-Dram-Psikoloji filmi.
Cinderella Man, "Cinderella Man", 2005: ABD Yapım, Aile-Dram-Biyografi filmi.
Kaplumbağalar da Uçar, "Lakposhtha Ham Parvaz Mikonand", 2004: İran-Fransa-Irak Yapım, Dram-Savaş-Belgesel filmi.
Gazap Ateşi, "Man on Fire", 2004: ABD-İngiltere Yapım, Dram-Suç filmi.
Çarpışma, "Crash", 2004: ABD-Almanya Yapım, Psikoloji-Gerilim filmi.
Büyük Balık, "Big Fish", 2003: ABD Yapım, Dram-Fantastik filmi.
Tanrı Kent, "Cidade De Deus", 2002: ABD-Brezilya-Fransa, Dram-Suç-Biyografi filmi.
Benim Adım Sam, "I am Sam", 2002: ABD Yapım, Psikoloji-Dram filmi.
Uykusuz, "İnsomnia", 2002: Kanada-ABD Yapım, Suç-Gerilim filmi.
Sarhoş Atlar Zamanı, "Zamani Baraye Masti Asbha", 2001: İran Yapım, Dram-Belgesel filmi.
Ölümsüz, "Unbreakable", 2000: ABD Yapım, Gerilim-Gizem-Dram filmi.
Akıl Defteri, "Memento", 2000: ABD Yapım, Suç-Psikoloji filmi.
Dövüş Kulübü, "Fight Club", 1999: ABD-Almanya Yapım, Suç-Psikoloji filmi.
Yeşil Yol, "The Green Mile", 1999: ABD Yapım, Dram-Fantastik-Suç filmi.
Palyaço Adam, "Patch Adams", 1998: ABD Yapım, Dram-Komedi filmi.
Hayat Güzeldir, "La Vita E Bella", 1997: İtalya Yapım, Biyografi-Dram filmi.
Amistad, "Amitad", 1997: ABD Yapım, Dram-Tarih filmi.
Yedi, "Seven", 1995: ABD Yapım, Suç-Gerilim filmi.
Esaretin Bedeli, "The Shawshank Redemption", 1994: ABD Yapım, Dram-Biyografi-Suç filmi.
Malcolm X, "Malcolm X", 1992: ABD Yapım, Biyografi-Dram filmi.
Sol Ayağım, "My Lefft Foot", 1989: İrlanda-İngiltere Yapım, Biyografi-Dram filmi.
Ölü Ozanlar Derneği, "Dead Poets Society", 1989: ABD Yapım, Dram-Pedagoji filmi.
Güneş İmparatorluğu, "Empire Of The Sun", 1987: ABD-İngiltere Yapım, Savaş-Dram-Tarih filmi.
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, "1984", 1984: ABD-İngiltere Yapım, Bilim Kurgu-Psikoloji filmi.
Kökler: Kunta Kinte, "Roots", 1977: ABD Yapım, Dram-Biyografi filmi.
Sineklerin Tanrısı, "Lord Of The Flies", 1963: İngiltere Yapım, Gerilim-Psikoloji filmi.
12 Kızgın Adam, "12 Angry Men", 1957: ABD Yapım, Suç-Dram filmi.
Pi'nin Yaşamı, "Life of Pi", 2012: ABD Yapım, Dram-Aksiyon-Macera filmi.
Savaş Atı, "War Horse", 2011: ABD Yapım, Tarihi-Dram-Savaş filmi.
Benim Adım Khan, "My Name is Khan", 2010: Hindistan Yapım, Dram-Gerilim filmi.
Üç Ahmak, "3 İdiots", 2009: Hindistan Yapım, Dram-Komedi-Macera filmi.
Kara Şövalye, "The Dark Knight", 2008: İngiltere-ABD Yapım, Fantastik-Macera-Aksiyon filmi.
Bakış Açısı, "Vantage Point", 2008: ABD Yapım, Aksiyon-Dram-Suç filmi.
Mistik Olay, "The Happening", 2008:Hindistan-ABD Yapım, Bilim Kurgu-Gerilim filmi.
Her Çocuk Özeldir, "Taare Zameen Par", 2007: Hindistan Yapım, Dram-Psikoloji
Köstebek, "The Departed", 2006: ABD-Hong Kong Yapım, Suç-Aksiyon-Gerilim filmi.
Kanlı Elmas, "Blood Diamond", 2006: ABD-Almanya Yapım, Dram-Savaş-Aksiyon filmi.
V For Vendetta, "V For Vendetta", 2005: ABD-Almanya-İngiltere Yapım, Bilim Kurgu-Aksiyon-Gerilim filmi.
Cennetin Krallığı, "Kingdom Of Heaven", 2005: ABD-İngiltere-İspanya Yapım, Tarihi-Aksiyon-Dram filmi.
Köy, "The Village", 2004: ABD Yapım, Dram-Gizem-Gerilim filmi.
Bana Bir Şeyhler Oluyor, 2003: Türkiye Yapım, Dram-Komedi tiyatrosu.
Son Samuray, "The Last Samurai", 2003: ABD Yapım, Tarihi-Aksiyon-Dram filmi.
İsyan, "Equilibrium", 2002: ABD Yapım, Bilim Kurgu-Aksiyon filmi.
Kapıdaki Düşman, "Enemy At The Gates", 2001: ABD-Almanya-İngiltere-İrlanda Yapım, Savaş-Dram-Tarihi filmi.
Diğerleri, "The Others", 2001: ABD-İspanya-Fransa-İtalya Yapım, Korku-Gerilim filmi.
Gladyatör, "Gladiator", 2000: ABD-İngiltere Yapım, Biyografi-Dram-Aksiyon filmi.
Vatansever, "The Patriot", 2000: Abd Yapım, Savaş-Dram filmi.
13. Savaşçı, "The 13th Warrior", 1999: ABD-Kuveyt Yapım, Savaş-Gerilim-Macera filmi.
Asker, "Soldier", 1998: ABD Yapım, Savaş-Bilim Kurgu-Dram filmi.
Cesur Yürek, "Brave Hurt", 1995: ABD Yapım, Biyografi-Dram-Aksiyon filmi.
Çöl Aslanı Ömer Muhtar, "Lion of The Desert", 1985: ABD-Libya Yapım, Biyografi-Tarihi-Aksiyon filmi.
Çağrı, "The Message", 1977: Kuveyt-Fas-Libya-Lübnan-İngiltere Yapım, Tarihi-Aksiyon-Biyografi filmi.
, ,   |  1 comment  |  

ÇOCUKLAR İÇİN TAVSİYE FİLMLER


Çocuklara Yönelik Filmler

Aşağıda yer alan liste, daha ziyade 5-14 yaş grubu çocuklar için izlenebilir nitelikte gördüğüm, dinî hassasiyeti gözeterek hazırladığım animasyon tarzındaki filmlerdir. Ebeveyn ve eğitimcilerin faydasına olacağını ümid ederek sizlere sunuyorum...


Doğal Kahramanlar, "Epic", 2013: ABD Yapım, Macera-Komedi filmi.

Cesur, "Brave", 2012: ABD Yapım, Macera-Komedi filmi.


Karmakarışık, "Tangled", 2012: ABD Yapım, Komedi-Macera filmi.



Ejderhanı Nasıl Eğitirsin-1, "How To Train Your Dragon", 2010: ABD Yapım, Macera-Aile 


 Ejderhanı Nasıl Eğitirsin-2, "How To Train Your Dragon 2"


Sihirli Şehir, "City of Ember", 2008: ABD Yapım, Fantastik-Macera-Gizem filmi.
Vol-İ, "Wall-E", 2008: ABD Yapım, Bilim Kurgu-Macera filmi.
Kung Fu Panda, "Kung Fu Panda", 2008: ABD Yapım, Macera-Aksiyon filmi.
Ratatuy, "Rataouille", 2007: ABD Yapım, Komedi filmi.
Küçük Kahraman, "Everyone's Hero", 2006: ABD-Kanada Yapım, Macera-Aile filmi.
Vahşi Doğa, "The Wild", 2006: ABD-Kanada Yapım, Macera-Aile filmi.
Bitirim Karınca, "The Ant Bully", 2006: ABD Yapım, Komedi-Macera filmi.
Canavar Ev, "Monster House", 2006: ABD Yapım, Korku-Macera filmi.
Robotlar, "Robots", 2005: ABD Yapım, Aile-Macera filmi.
Madagaskar-1, "Madagascar", 2005: ABD Yapım, Macera-Aksiyon filmi.
Kayıp Balık Nemo, "Finding Nemo", 2003: ABD-Avustralya Yapım, Aile-Macera filmi.
Ayı Kardeş-1, "Brother Bear", 2003: ABD Yapım, Fantastik-Macera filmi.
Hz. Muhammed: Son Peygamber, "Muhammad: The Last Prophet", 2002: ABD Yapım, Biyografi-Dini filmi.
Özgür Ruh, "Spirit: Stallion Of The Cimarron", 2002: ABD Yapım, Aile-Aksiyon filmi.
Define Gezegeni, "Treasure Planet", 2002: ABD Yapım, Macera-Komedi filmi.
Sevimli Canavarlar-1, "Monsters", 2001: ABD Yapım, Macera-Komedi filmi.
Dinozor, "Dinasaur", 2000: ABD Yapım, Macera-Aile filmi.
Karınca Z, "Antz", 1998: ABD Yapım, Macera-Komedi filmi.
Bir Böceğin Yaşamı, "A Bug's Life", 1998: ABD Yapım, Macera-Aksiyon filmi.
Oyuncak Hikâyesi-1, "Toy Story", 1995: ABD Yapım, Macera-Komedi filmi.

22 Temmuz 2015 Çarşamba

, , ,   |  YORUM YOK  |  

HASTALARA ŞİFÂ VEREN DUÂLAR


http://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2014/08/hastalara_dua.jpg
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hastalara ve ağrısı olanlara karşı okuduğu duâlar…
Hazret-i Âişeradıyallahu anha-’dan rivayete göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– kendilerine bir hasta getirildiğinde şöyle duâ ederlerdi;
sifa_dua
Türkçe Okunuşu: Ezhibil-be’se rabben’nasi eşfi ve enteş’şafi la şifae illa şifauke şifaen la yugadiru sekame
“Bu hastalığı gider ey insanların Rabbi! Şifâ ver, çünkü şifâ verici sensin. Senin vereceğin şifâdan başka şifâ yoktur. Öyle şifâ ver ki hiç bir hastalık bırakmasın.” (Buhârî, Merdâ, 20; Müslim, Selâm, 46; Ebû Dâvud, Tıbb, 18, 19)
Yine Âişeradıyallahu anha-’dan rivayete göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz, kendisine bir hastanın şifâ bulması için duâ talebedildiği zaman:
sifa_dua-2
Türkçe Okunuşu: Bismillahi turbetu ardina ve riikatu ba’dina yeşfi sakimuna bi-izni rabbina.
“Allah’ın adıyla duâya başlarım. Bizim yerimizin toprağı ve birimizin tükrüğü vesilesiyle Allah’ın izniyle hastamız şifâ bulur.” (Buhârî, Tıbb, 38; Müslim, Selâm, 54; Ebû Dâvud, Tıbb, 19)
PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V.)’İN SAR’A HASTASINA DUÂSI
İbn Abbasradıyallahu anhümâ-’dan rivayete göre Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz’e bir hâtûn müracaat edip:
“– Ya Rasûlallah, ben sar’a illetine duçar oluyorum. Hem de sar’a hâlinde açılıyorum. Allah Teâlâ’ya duâ ediniz ki, bu illeti benden izâle eylesin” dedi. Rasûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz kadına hitaben:
“– Dilersen sabret, bu illet mukabilinde sana cennet verilsin. Dilersen sıhhat ve afiyetin için Allah Teâlâya duâ edeyim,” buyurdu.
Sonra o hâtûn:
“– Yâ Rasûlallah, böylece sabrederim. Yalnız sar’a hâlinde açılmamam için Allah Teâlâ Hazretlerine duâ ediniz” dedi.
Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz de, o halinde açılmaması için duâ buyurdular. (Buhârî, Merdâ, 6; Müslim, Birr, 54)
Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– şöyle buyururlardı:
sara_hastalarina_dua
“Ağrıyan dişinin üzerine şehâdet parmağını koyup Yâsin-i şerîfin son tarafını nihayete kadar oku, biiznillah teâlâ şifâ bulur.” (Suyûtî, el-Câmi’us-Sağîr, no: 5218)
hastalara_dua3
DİŞ AĞRISI DUÂSI
dis_agrisi_duasi
Türkçe Okunuşu: Euzu bi izettillahi ve kudretihi min şerri ma ecidu.
“Sağ elini vücudunda rahatsız olduğun mahalle koyup yedi defa mesh eyle ve her meshte: «Hissettiğim bu hastalığın şerrinden Allah’ın izzetine ve kudretine sığınırım!» de. Biiznillahi Teâlâ şifâ bulursun.” (İbn Hanbel, IV, 217)
PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.) HASTA OLDUĞUNDA OKUDUĞU DUA
Nebiyy-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem– Efendimiz rahatsızlandıkları zaman onu Cibril tedavi eder ve:
peygamberimize_okunan_dua
Türkçe Okunuşu: Bismillahi arkıyke min kulli şeyin yu’zike min şerri kulli nefsin ev aynin hasidin, Allahu yeşfike bismillahi arkıyke.
Allah’ın ismiyle seni rahatsız eden her şeyden sana okurum. Her nefsin veya hasetçi her gözün şerrinden Allah sana şifâ versin. Allah’ın adıyla sana okurum.” derdi.(Müslim, Selâm 40)
Peygamberimiz bir rahatsızlıkları olduğu zaman Muavvizeteyn sûrelerini okur, kendi üzerine üfler ve onu eliyle üzerinden silerdi. Ve şöyle buyururlardı:
peygamberimiz_hasta_oldugunda_okudugu_dua
Türkçe Okunuşu: Bismillahi Allahümme dâvini bi devaike veşfini bi şifaike ve ağnini bi fadlike ammen sivâk vahzer anni ezake.
ŞİFA VEREN DUÂ
“Allah’ın ismiyle. Ey Rabbim! Beni kendi devân ile tedavi et, bana kendi şifân ile şifâ ver ve beni kendi fazlınla Senden başkalarından müstağni kıl ve beni ezalardan uzak tut.” (Heysemî, X, 180)
Henüz eceli gelmemiş bir hastayı ziyaret eden bir mü’min yedi defa:
eceli_yaklasan_hastaya_okunacak_dua
Türkçe Okunuşu: Es-elullahil-azime rabbel arşil aziim en yeşfiyeke.
“Büyük Allah’tan, büyük Arş’ın Rabbi Allah’tan sana şifâ vermesini istiyorum!” derse muhakkak afiyet bulur. (Ebû Dâvud, Cenâiz, 8; Tirmizî, Tıbb, 32; İbn Hanbel, I, 239)
Kaynak: Mahmud Sami Ramazanoğlu, Dualar ve Zikirler, Erkam Yayınları
, ,   |  YORUM YOK  |  

İSLAM NASIL MÜSLÜMAN İSTER?

http://www.islamveihsan.com/wp-content/uploads/2015/07/islam_musluman_ariyor.jpg
İslam kendisine Müslüman arıyor. Tamirci ustasına ihtiyaç yoktur. Teslim olmuş insan Müslüman’dır. Çünkü İslam, teslim olmaktır. Müslüman da teslim olan insandır.
Bizden önceki ümmetlerin ellerindeki din de bugünkü İslam gibi İslam olan bir dindi. Bugün Yahudilik olarak bilinen din, kaldırılmadan önce hak bir dindi. Hristiyanlık da haktı. Her iki dinin de hak kitabı vardı. Peygamberleri hak peygamberlerdi. O dinlere iman edenler cennete gireceklerdi, girdiler de. İbadetleri doğru ibadetler, zikirleri gerçek zikirlerdi. Mabetleri Allah’a ibadet edilen yerlerdi. Kestikleri kurbanları onlara sevap kaynağı oluyordu. Mağaralarda inzivaya çekilmeleri onlara dereceler kazandırıyordu. Sabredenleri kazanıyor, cihat edenleri şehit/gazi oluyordu. Bizim din olarak neyimiz varsa o veya bu şekilde benzeri onlarda da vardı. Cennet-cehennem, mizan, sırat telakkimiz onlarla aynı idi.
ONLAR DA İSLAM’DI
Bugün o dinlerin mensupları ile hak yolda olmak açısından aynı yolda değiliz. Onların tamamen yanlış ve tamiri mümkün olmayan bir hata içinde olduklarına inanıyoruz. O kadar ki, Yahudiler veya Hıristiyanların bugünkü varlıkları ile ‘biraz doğru’ olmaları bile mümkün değildir diye inanıyoruz. Ne dinleri ne de ellerindeki Allah’tan indiğini iddia ettikleri kitapları ‘biraz olsun bile’ hak olma kabiliyetinde değildir. Artık yok durumundadırlar.
Bu hakikati bu şekilde biliyor ve şartsız, tevilsiz olarak inanıyoruz. Onları hidayete muhtaç kimseler olarak görüyoruz. Neden? Aslının hak olduğuna inandığımız ve bizimle ilk varlığında ortak paydalarının neredeyse bütünü oluşturduğunu kabul ettiğimiz o dinlerin mensuplarını neden böyle görüyoruz? Sözünü ettiğimiz dinler Musa aleyhisselamın Yahudiliği ve İsa aleyhisselamın Hıristiyanlığı değil midir? Elbette bunda bir tereddüt yoktur. İki büyük peygamberin iki hak dinini zikrediyoruz. Hatta ‘onlar da İslam’dı’ dediğimiz dinleri konuşuyoruz.

BUGÜN MÜSLÜMANLARIN UNUTMAMASI GEREKENLER

Bugün Müslümanlar olarak asla unutmamamız gereken bir hakikat onlarla aramızda iki kutbun insanları olma sonucunu getirmiştir. O hakikat şudur: Hem Yahudiler hem Hıristiyanlar, Allah’ın dinine insan aklını ve zevkini müdahale ettirmişlerdir. Bir kısmı ibadet maskesi altına gizlenmiş şekilde bile olsa zevklerine ve menfaatlerine uyarlanmış bir Yahudilik ve Hıristiyanlık oluşturmuşlardır. Alenen ‘biz dinimizi terk ediyoruz’ demediler hiçbir zaman. Hatta böyle bir tavır gösterenle savaştılar. İyi bir Yahudi ve Hıristiyan olma iddiasında bulundular. Görkemli kiliseler, mabetler yaptılar. Kalplerinde olmayan dindarlığı taş yığınlarında var etmeye çalıştılar. Kendi akıbetleri yerine birbirlerinin amelleri ile alakadar oldular. Gece yaşayamadıkları dindarlıklarını gündüz mabetlerde yaşamayı yeğleyip bununla avundular.
Bu ümmetten önceki ümmetler, kendi dinlerinden olmayanlarla cihat ettiler ama kendileri de dinlerini zevklerine uyarlamakta sakınca bulmadılar. Sıkıştıklarını gördüklerinde ellerindeki kitabın âyetlerini ya tevil ettiler ya da silip imha ettiler. Hoşlandıklarını da din önderlerinin ağzından ‘olur’ almış ilkeler hâline getirdiler. Din adamı olarak başlarında bulunanlar onlara çalıştı, onlar da din adamlarına çalıştı. Birbirlerini memnun edip Allah’ın rızasını kazandıklarını hayal ettiler. Birbirlerine verdikleri rüşveti adeta Allah’a verilmiş sadaka gibi tuttular. Bu yaptıkları ile de mutlu oldular, cennet kazandıklarını vehmettiler. Kitleler din adamlarını rab edindi. Din adamları da onlara garantili cennet tapuları dağıttı. Alanın da verenin de razı olduğu bir pazar oluşturdular. Neticede de din ellerinden gitti, ebedî hüsrana uğradılar.

DİNE TESLİM OL, DİNİ KENDİNE TESLİM ETME!
Bütün bu vahim sonuç başlarken, Allah’ın dinine bir tek hükümde bile olsa müdahale etmekte sakınca görmemekle başladı. Dine teslim olmaları gerekirken dini kendilerine teslim etme cüreti gösterdiler. Yaptılar, yaptıklarını beğendiler. Birbirlerini alkışladılar. Gidişata ayak uydurmayanı da linç ettiler. Bir hüküm, iki hüküm diyerek bireysel de olsa dinden tavizi, tavizin başladığı yerde kalacağını zannederek basit ya da zararı sirayet etmez zannettiler. Sonuç ise öyle olmadı. Bir hahamın ya da papazın küçük bir tebessümü, din üzerinden kahkahaya dönüştü. Kudüs’teki bir ‘küçük görülmüş bid’at’ İstanbul’da şirke dönüştü.
Biz ise bu iki dinin kaldırılış sürecini Kur’an ve Sünnet’ten öğrenmiş ümmetiz. Allah’ın dinine müdahalenin, iyi niyetlerle bile olsa akıbetini görmüş bulunuyoruz. Hiç şüphe yok elbette, böyle bir süreç işlese dahi İslam için, kaldırılıp başka bir din getirilme tehlikesi yoktur. Elhamdülillah, yoktur. İnsanlar müdahale etti diye din kaldırılıp yenisi getirilmeyecek ama müdahaleciler kaldırılacaktır. Dine şekil vermek isteyenler ancak kendi çevrelerine ve onlara aldananlara etki edebilirler. Din köklerinden zarar görmez. Bu hakikat dinimiz açısından sevindiricidir. Fertler olarak ise bu sürece düşülmesinin bedelini ödemeye mecburuz.

PAROLA

Bilmemiz ve kollamamız gereken parolamız şudur:
İslam kendisine Müslüman arıyor. Tamirci ustasına ihtiyaç yoktur. Teslim olmuş insan Müslüman’dır. Çünkü İslam, teslim olmaktır. Müslüman da teslim olan insandır. İslam’a teslim olmayanları şeytan kendisine teslim alacaktır. Öncekilerin akıbeti böyle oldu.


Kaynak: Nureddin Yıldız, Altınoluk Dergisi, Temmuz 2015, 353. Sayı

13 Haziran 2015 Cumartesi

, , ,   |  YORUM YOK  |  

GÜNÜMÜZÜN EN BÜYÜK SORUNU!


Müʼmin, bu dünyanın bir imtihan mekânı, esas hayatın da âhiret hayatı olduğunu unutmamalıdır. Bunun için helâl-haram gözetmeden, yaptığının dünyasına ve âhiretine fayda mı zarar mı getireceğini düşünmeden, keyfince iş yapmamalıdır.
MÂNEVİ DURUMUMUZU NASIL TEŞHİS EDERİZ?

Helâl-haram hassâsiyeti, mü’minin mânevî durumunu teşhiste en hâyatî ölçüdür. Helâl kazancına haram karıştırmamanın ehemmiyet ve bereketini, merhum pederim Mûsâ efendi -kuddise sirruh- şu hâdise ile anlatırdı:

HELÂL-HARAM HASSASİYETİNE DAİR MUHTEŞEM BİR ÖRNEK

Gayr-i müslim bir komşumuz vardı. Sonradan müslüman olmuştu. Birgün kendisine hidâyete eriş sebebini sorduğumda şunları söyledi:
-Acıbadem’de tarla komşum Rebî Molla’nın ticaretteki güzel ahlâkı vesilesiyle müslüman oldum. Molla Rebî süt satarak geçimini temin eden bir zâttı. Bir akşam vakti bize geldi ve:
“ – Buyurun, bu süt sizin!” dedi. Şaşırdım:
“Nasıl olur? Ben sizden süt istemedim ki!” dedim. O hassas ve zarif insan:
“-Ben farkında olmadan hayvanlarımdan birinin sizin bahçeye girip otladığını gördüm. Onun için bu süt sizindir. Ayrıca o hayvanın tahavvülât devresi (yediği otların vücüdunda tamamen izâlesi) bitinceye kadar sütünü size getireceğim…” dedi. Ben:
“- Lafı mı olur komşu? Yediği ot değil mi? Helâl olsun!..” dediysem de Molla Rebî :
“ – Yok yok, öyle olmaz! Onun sütü sizin hakkınız!..” deyip hayvanın tahavvülât devresi bitene kadar sütünü bize getirdi. İşte o mübârek insanın bu davranışı beni ziyâdesiyle etkiledi. Neticede gözümden gaflet perdeleri kalktı ve hidâyet güneşi içime doğdu. Kendi kendime:
“ – Böyle yüce ahlâklı birinin dîni, muhakkak ki en yüce bir dîndir. Böylesine zarîf, hakşinâs, mükemmel ve tertemiz insanlar yetiştiren dinin doğruluğundan şüphe edilemez!” dedim ve kelime-i şehâdet getirip müslüman oldum.
Lokman Hakîm’e;
“‒Hikmeti kimden öğrendiniz?” diye sormuşlar. O da şu cevabı vermiş:
“‒Hikmeti körlerden öğrendim. Çünkü onlar değnekleriyle bir yeri yoklamadan adım atmazlar.”
HELÂL-HARAM DEMEDEN DÜNYA İHTİRASLARINA MAĞLUP OLANLAR!..

Bu hikmetli kıssalar, helâl kazanç ve haram meselesi hususunda ne kadar titiz ve ihtiyatlı olmamız gerektiğini de pek
bâriz bir şekilde ortaya koymaktadır. Zîrâ helâl kazanç, takvânın temel esaslarındandır.
Ancak helâl-haram demeden dünya ihtirâsına mağlup olanlar, bu âlemde saltanat sürer gibi görünseler de, sonsuz âlemin ebedî birer sefîli ve yoksulu olmaktan kendilerini kurtaramazlar. Rasûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur:
“Öyle bir zaman gelir ki, kişi malını helâlden mi haramdan mı kazandığına hiç aldırış etmez.” (Buharî, Büyû, 7, 23)



GÜNÜMÜZÜN EN BÜYÜK MESELESİ: HELÂLE RİAYET EDEBİLMEK

Hâsılı, hadis-i şerifte işâret edilen gafletlerin fazlaca zuhur ettiği ve gönüller haramları terk etmeye çalışsa da, onların gönülleri bırakmadığı günümüzde, helâle riâyet edebilmek, en mühim mesele ve en büyük ibâdettir. Bu büyük ibâdeti ifâ ederek Allah’ın emrine itaat, teslîmiyet ve rızâ hâlinde bulunabilen kalpler, dikenlerin arasından sıyrılıp renk renk açmaya mazhar olan güller misâli, birer hayır ve feyiz menbaı olurlar. Bunun aksine, haram ve şüpheli şeylere dalmış kalpler de, güllerin aksi olan dikenlerin arasına katılıp binbir kötülük kaynağı ve hattâ ahlâksızlık yuvası hâline gelirler.
Cenâb-ı Hak muhâfaza buyursun!
Âmîn!..