Nerede bir güzellik varsa, O nûrdan bir akistir. Âlemde bir çiçek bile açılmaz ki, O’nun nûrundan olmasın! O ki, O’nun hürmetine varız. O, solmayan, aksine gün geçtikçe tâzelik ve zarâveti daha da artan, serâpâ nûrdan ibâret bir gonca-yı ilâhî…
Bütün varlıklar O’nun medyûnu ve meclûbu… Nitekim Fahr-i Kâinât Efendimiz bu hakîkati ifâde sadedinde buyurmuşlardır ki:
“Cinlerin ve insanların âsîleri hâriç, yer ile gök arasındaki her şey, benim Allâh’ın Rasûlü olduğumu bilir.” (Ahmed, III, 310)
Nitekim şehidler meşheri Uhud, O’nu
tanıdı. Mescid-i Nebevî’deki hurma kütüğü, O’nu tanıdı ve hasretiyle
inledi. Hayvanât bile O’na sığınıp O’nu kendine dert ortağı yaptı…
O’nu ancak Ebû Cehil ve emsâli, ölü kalpli nasipsizler
tanıyamadı, anlayamadı, göremedi; kendileri gibi etten bir kalıp
zannetti…
Cenâb-ı Hak O’nu bütün insanlık âlemine emsalsiz bir örnek şahsiyet olarak armağan etti. İslâm ile murâd ettiği “kâmil insan”
modelini, Hazret-i Peygamber -sallâllahu aleyhi ve sellem-’in şahsında
sergiledi. O’nu insanlığa en mükemmel bir fiilî kıstas kıldığı
içindir ki tarihte hayatının tamamı en küçük teferruâtına kadar tespit edilebilen tek insan,
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- olmuştur. İslâm
kültüründe yazılan bütün eserler, bir kitabı, yâni Kur’ân-ı Kerîm’i; ve
bir insanı, yâni Peygamber Efendimiz’i îzah edebilme gayretinin
mahsûlüdür.
HAYATININ TAMAMI TESPİT EDİLEBİLEN TEK İNSAN!
Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın örnek şahsiyeti;
berrak bir ayna gibidir ki, her insan o aynada iç âlemini, sözünü
ve amelini, ahlâkını ve âdâbını seyredip seviyesini ve durumunu mîzân
edebilir. Yine O’nun yetim çocukluktan başlayıp peygamberlik ve devlet
reisliğine kadar bütün beşerî kademeleri kuşatan örnek hayatı; bütün
renk, âhenk ve çeşnisiyle en müstesnâ çiçeklerle bezenmiş bir cennet
bahçesini andırır ki arayanlar, kendileri için güllerin en güzellerini o
gülistanda bulabilirler. Ancak bu arayışın yegâne gönül sermâyesi,
muhabbetle itaattir. Hazret-i Peygamber -sallâllahu aleyhi ve sellem-‘in, yaratılıştan gelen muhabbet temâyülünü olgunlaştırıp ulvîleştiren ilâhî muhabbetin tecellî merkezidir.
İlâhî aşk tohumu, ancak
Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem-’in muhabbet toprağında
yeşerip neşv ü nemâ bulabilir. Kulu, Allâh’a muhabbet deryâsına
götürecek olan yegâne muhabbet pınarı O’dur. O’nun muhabbet iklîmi, nice
taşlaşmış gönülleri bile bir mücevher sâfiyetine yükseltmiştir. Mânevî
bakımdan bu yükselişin yolu, Allah ve Rasûlü’ne olan muhabbeti bütün fânî muhabbetlerin üstünde tutmaya ve son nefese kadar bunu devam ettirme gayreti içinde olmaya bağlıdır.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“(Ey Rasûlüm!) Sen onların içinde iken Allah, onlara azâb edecek değildir!..” (el-Enfâl, 33)
İşârî mânâda bu demektir ki; bir mü’min, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ne kadar muhabbet, itaat ve kalbî beraberlik duyguları içinde yaşarsa, o nisbette azâb-ı ilâhîden uzaklaşmış olur.
MUHAMMED’SİZ MUHABBETTEN NE HÂSIL?
Muhabbet-i Rasûlullâh’ı lâyıkıyla yaşamayanlar, gerçek muhabbetin tadını alamazlar. Bezm-i Âlem Vâlide Sultan, Cenâb-ı Hakk’ın, bu âlemi nûr-i Muhammedî muhabbeti sebebiyle halk ettiğini ne güzel ifâde eder:
Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl,
Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl…
Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl…
Muhakkak ki mü’min, Rasûlullâh
-sallâllahu aleyhi ve sellem-’e duygu derinliği ile yaklaştığı, rûhunu
nefsânî ve süflî bütün çizgi ve görüntülerden boşalttığı vakit, O’nunla
aynîleşme/bütünleşme, O’nun gönül dokusundan ve muhabbetinden hisse alma
yolundadır. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın muhabbetinden hisse
almayan gönüller, O’nun yaratılış gâyesine yabancılaşan ve Hakk’ın
muhabbetinden mahrum kalan gâfillerdir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“(Rasûlüm!) De
ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve
günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve
merhametlidir.” (Âl-i İmrân, 31)
Hiçbir insan, Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye’ye tâbî olmadan, Rasûlullâh’ın örnek hayatıyla istikâmetlenmeden Allâh’ın sevip râzı olduğu kâmil bir mü’min olamaz. Muhabbetin
derecesi, eserinde kendini gösterir.
Peygamber Efendimiz’e olan
muhabbetimiz, O’nun Sünnet-i Seniyye’sinin rûhâniyeti içinde
yaşayabildiğimiz nisbettedir. Gönüller muhabbet-i Rasûlullâh’ta hangi
mertebeye vasıl olursa, dünyâda nâil olunacak huzur ve saâdet, âhirette
ulaşılacak makam, o nisbette yüce olur.
0 yorum:
Yorum Gönder