Bir ceylanı tutup da onu kurtların, çakalların arasına bırakmak; hamâkatten başka bir şey değildir. Bir insanın, kendisinden bir parça olan yavrusuna yanlış yerlerden tahsil aldırması, yani mâneviyatsız bir eğitim yaptırması da, onun rûhuna zehir serpmesinden farksızdır!..
Kur’ân-ı Kerîm, kaynağı Cenâb-ı Hak olan
dört semâvî kitabın sonuncusudur. Rüşdünü ikmâl etmiş insanlığa
Rabbimizin son çağrısı ve son mesajlarıdır. Hak Teâlâ, gönderdiği
kitaplardan yalnızca Kur’ân-ı Kerîm’i kıyâmete kadar
koruyacağını taahhüd etmiştir. Bu sebeple bir harfi bile değişmeden
aslını koruyan tek ilâhî kitap, Kur’ân-ı Kerîm’dir. Bu noktada
bizim asıl meselemiz, Cenâb-ı Hakk’ın bu taahhüdüne ne kadar
vesîle olabildiğimizdir. Hâlimizi bir gözden geçirmeliyiz:
Kur’ân-ı Kerîm ile ne kadar ünsiyetimiz var? Onu ne kadar duygu derinliği içinde okuyabiliyoruz? Peygamber Efendimiz’in ve ashâbın Kur’ân-ı Kerîm karşısında duyduğu heyecanı ne kadar duyabiliyoruz?
Kur’ân-ı Kerîm’i hayâtımızın her safhasına intikal ettirebiliyor muyuz? Âile hayâtında, komşuluk ve kul haklarında, ticârî hayatta, onu ne kadar kendimize kıstas alıyoruz? Kendimizi zamanın ve toplumun akışından ne kadar mes’ûl görüyoruz? Yavrularımıza esas tahsil olan Cenâb-ı Hakk’ı tanıma tahsilini verebiliyor muyuz? Kur’ân’ı gönüllere taşıma, onunla istikâmetleri düzeltme hususunda ne kadar gayret içindeyiz?
EVLÂTLARIMIZI KUR’ÂN KÜLTÜRÜNDEN NASİPLENDİRMELİYİZ!
Unutmayalım ki iki cihan saâdeti, ilâhî bir emânet olan evlâtlarımızı Kur’ân kültüründen
nasiplendirmekle mümkündür. En merhametli anne-baba, evlâdını Kur’ân
terbiyesiyle asıl istikbâl olan âhirete hazırlayan anne-babadır.
İnsanın, evlâdına verebileceği en büyük hediye, güzel bir terbiyedir.
Kur’ân’ın engin mânâ kevserinden kendisi tatmadığı için evlâdına da tattıramayan anne-babalar, büyük bir vebâl
altındadırlar. Zira mânevî tahsil hususunda câhil bırakılan, Kur’ân ve
Sünnet’in rûhâniyetiyle terbiye edilmeyen evlâtlar, kıyâmet günü
anne-babalarından dâvâcı olacaklardır.
İbn-i Ömer -radıyalllahu anh- der ki:
“Evlâdını iyi terbiye et. Zira bundan mes’ûlsün. «Terbiyesiyle ilgili olarak ne yaptın, neler öğrettin?» diye hesaba çekileceksin.”
İNSANA EN ZOR GELEN ŞEY
Dolayısıyla evlâtlarına Kur’ân
rûhâniyetiyle güzel bir terbiye verebilmek, sâlih mü’minlerin en mühim
meselelerinden biridir. Nitekim devrin siyâsî çalkantıları içerisinde
zindana düşmüş olan Emevîlere, 2. Abbâsî halîfesi Ebû Câfer Mansur:
“–Zindanda size en zor gelen şey nedir?” diye sordurur. Onlar da:
“–Çocuklarımızın terbiyesinden mahrum kaldık.” cevâbını verirler.
Dolayısıyla fırsat elden gitmeden
evlâtlarımızı Kur’ân’ın feyz ve rûhâniyetiyle yetiştiremezsek, yarın
kabrimizde ağır bir nedâmetle baş başa kalacağımızı unutmamalıyız.
Bunun için de evlâtlarımızla vaktinde güzelce alâkadar olmalı,
onların tertemiz yüreklerine Allah ve Peygamber sevgisini, Kur’ân ve
Sünnet kültürünü aşılamalıyız.
Mârifetin iltifâta tâbî
olduğu gerçeğinden hareketle, yavrularımızda mânevî güzelliklerin neşv ü
nemâ bulması için onları hediye ve iltifatlarla teşvik etmeliyiz.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, HAK DOSTLARININ ÖRNEK AHLÂKINDAN -2, Erkam Yayınları.
0 yorum:
Yorum Gönder