Cenâb-ı Hak, bilinmeyi ve bu bilinmenin îcâbı olarak ibâdetlerle tekrîm olunmayı murâd ettiğinden, “âlem-i kesret” (çokluk âlemi yâni kâinât) denilen mâsivallâhı yaratmıştır. Bu yaratışta, ilk önce husûle gelen, bir “nûr”dur. O nûr da, “Hakîkat-i Muhammediye”nin özü, aslı ve mayasıdır.
Nasıl ki kıymetli bir mücevher, çıplak
bir sûrette takdîm edilmez ve etrâfına birtakım süslü ambalajlar
konursa, bütün varlıklar da “Nûr-i Muhammedî”
karşısında o mevkîdedir. O’nun izzeti hakkı için yaratılmıştır. Buna
göre varlığın ilk sebebi Cenâb-ı Hakk’ın bizzat Zât-ı Ulûhiyyeti, ikinci
sebebi ise “Nûr-i Muhammedî”yi, şerefi ve kıymeti sebebiyle sâir varlıklar ile zarflandırmak ve tezyîn etmek gereğidir.
Diğer bir ifâdeyle İslâm ilâhiyatına
göre varlıkların teselsülünde ilk mebde’ (başlangıç), Fâil-i Muhtâr
(dilediğini yapmakta serbest) olarak Cenâb-ı Hak; vesîle ve sebep de “Nûr-i Muhammedî”dir. Yâni yaratılışta O, ilktir.
İslâm’a göre kâinât, birçok filozofun kabûl ettiğinin aksine “kadîm” değil, “hâdis”tir. Yâni, sonradan var olmuştur. Kadîm olan, sâdece Cenâb-ı Hak’tır. Sonradan yaratılmışların ilki ise “Nûr-i Muhammedî”dir. Bu sebepledir ki Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Âdem rûh ile cesed arasında iken ben nebî idim.” buyurmuştur. (Tirmizî, Menâkıb, 1)
Yâni Hazret-i Peygamber -sallâllâhu
aleyhi ve sellem-, nûrunun yaratılışı ve ona risâlet izâfesi itibârıyla
Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’dan öncedir. Cismâniyet kazanıp âlemimizde
zuhûr etmesi bakımından ise, nübüvvet takviminin son yaprağıdır. Zîrâ
risâlet takvimi, varlığın ilki olan “Nûr-i Muhammedî” ile başlamış; son yaprağı da “Cismâniyet-i Muhammedî” ile nihâyet bulmuştur.
“Varlık nûru” ise, kendilerinin şerefi îcâbı yaratılmış olan bütün mahlûkâtın, ilk yaratılmış varlık olan “Nûr-i Muhammedî”ye nisbetini ifâde eder. Bu varlıklarda bizâtihî (kendiliğinden) bir şeref mevcut olmayıp, onlar değerlerini “Nûr-i Muhammedî”ye izâfetle kazanırlar.
ALLAH KATINDA MAHLÛKÂTIN EN SEVİMLİSİ
Şu hadîs-i şerîfler de, bu hakîkati ifâde etmektedir:
“Âdem -aleyhisselâm- cennetten çıkarılmasına sebeb olan zelleyi işlediğinde, hatâsını anlayıp:
«–Yâ Rabbî! Muhammed hakkı için Sen’den beni bağışlamanı istiyorum.» dedi.
Allâh Teâlâ:
«–Ey Âdem! Henüz yaratmadığım hâlde Muhammed’i sen nereden bildin?» buyurdu.
Âdem -aleyhisselâm-:
«–Yâ Rabbî! Sen beni yaratıp
bana rûhundan üflediğinde başımı kaldırdım, Arş’ın sütunları üzerinde
“Lâ ilâhe illâllâh, Muhammedün Rasûlullâh” cümlesinin yazılı olduğunu
gördüm. Bildim ki Sen, zâtının ismine ancak yaratılmışların en
sevimlisini izâfe edersin!» dedi.
Bunun üzerine Allâh Teâlâ:
«–Doğru söyledin ey Âdem!
Hakîkaten O, Bana göre mahlûkâtın en sevimlisidir. O’nun hakkı için Bana
duâ et. (Mâdem ki duâ ettin), Ben de seni bağışladım. Şâyet Muhammed
olmasaydı seni yaratmazdım!» buyurdu.” (Hâkim, II, 672)
İLK YARATILAN NÛR
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’dan şöyle nakledilir:
“Allâh Teâlâ, Îsâ -aleyhisselâm-’a vahyetti ve şöyle buyurdu:
«Ey Îsâ! Muhammed’e îmân et
ve ümmetinden O’na yetişenlere O’na îmân etmelerini emret! Şâyet
Muhammed olmasaydı Âdem’i yaratmazdım! Muhammed olmasaydı cenneti de
cehennemi de yaratmazdım. Arş’ı su üzerinde yarattığımda sarsılmaya
başladı, üzerine “Lâ ilâhe illâllâh Muhammedün Rasûlullâh” yazınca
sâkinleşti.»” (Hâkim, II, 672)
Birgün Câbir -radıyallâhu anh- Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek:
“−Anam babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlallâh! Bana ilk yaratılan şeyin ne olduğunu bildirir misin?” diye sormuştu.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“−Ey Câbir! Allâh Teâlâ, her şeyden önce senin peygamberinin nûrunu, zâtının nûrundan yaratmıştır…” cevâbını verdiler.(Aclûnî, I, 265.)
NÜBÜVVET O’NUNLA BAŞLADI VE O’NUNLA SONA ERDİ
İbn-i Arabî Hazretleri, bu hususta şu mütâlaalarda bulunur:
“Allâh Teâlâ, Muhammed
-aleyhisselâm-’a peygamberliğini müjdelediği vakit Âdem -aleyhisselâm-
henüz yoktu, su ile çamur arasında idi… Böylece nebî ve rasûller
vâsıtasıyla ortaya çıkan bütün şerîatlerin evveli ve bâtını olmak hükmü,
Allâh Rasûlü için tahakkuk etmiş oldu. Peygamberimiz daha o zaman
şerîat sâhibi idi, çünkü hadîs-i şerîfinde: «Âdem rûh ile cesed arasında iken ben nebî idim.»
buyurmuştur. «Ben insandım.» veya «Ben mevcut idim.» buyurmamıştır.
Nübüvvet, ancak Allâh tarafından kendisine verilmiş bir şerîatle söz
konusu olur.” (İbn-i Arabî, el-Fütühât, II, 171; IV, 66-67)
İbn-i Arabî Hazretleri, diğer bir eserinde de şöyle der:
“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi
ve sellem-, insan nev’i içinde varlığın en mükemmelidir. Bunun içindir
ki nübüvvet O’nunla başladı, O’nunla sona erdi.” (İbn-i Arabî, Fusûsu’l-Hikem, IV, 319)
Hazret-i Mevlânâ Mesnevî’sinde buyurur ki:
“Gel ey gönül! Hakîkî bayram, Cenâb-ı Muhammed’e vuslattır. Çünkü cihânın aydınlığı, O mübârek varlığın cemâlinin nûrundandır.”
Süleymân Çelebi Hazretleri de Mevlid-i Şerîf’inde Nûr-i Muhammedî’den şöyle bahseder:
Mustafâ nûrunu evvel kıldı vâr
Sevdi ânı ol Kerîm ü Girdigâr
“O Yaratıcı ve Kerîm olan Allâh, önce Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in nûrunu yarattı ve O’nu sevdi.”
Hülâsa, Hakîkat-i Muhammediye
olarak da isimlendirilen Nûr-i Muhammedî, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi
ve sellem-’in mânevî şahsiyetini temsîl eden bir nûr, bir hakîkat veya
bir cevherdir. Allâh katında en sevgili ve en kıymetli olan, O’dur.
Mevcûdâtın varlık sebebi, Cenâb-ı Hakk’ın, hilkatte ilk olan Nûr-i
Muhammedî’ye muhabbetidir.
Bu sebeple bütün kâinât, Nûr-i Muhammedî’nin
şerefine ve O’na bir mazrûf olmak üzere halkedilmiştir. Bütün mevcûdât
O’nun hakîkatini tafsîl ve beyân için yaratılmıştır. Bu yüzden nasıl ki
bir bardağa, bir ummânı sığdırmak mümkün değilse, Nûr-i Muhammedî’yi
lâyıkıyla idrâk edebilmek de öyle mümkün değildir.
KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ, Hazret-i Muhammed Mustafa-1, Erkam Yayınları, İstanbul
0 yorum:
Yorum Gönder